“Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.” [1] ATATÜRK
“Büyük ölülere matem gerekmez, düşüncelerine bağlılık gerekir.” [2] ATATÜRK
Türkiye Cumhuriyeti’ni kurucu değerleri üzerinden kendi bütünlüğü ve akıl, bilim hukukun üstünlüğü üzere çağdaşlık mantığı çerçevesinde yeniden doğru anlamak/kavramak için Mustafa Kemal’i ve O’nun emperyalizme, her tür sömürüye, cehalete, her tür istismar ve aldatmaya karşı verdiği insanlaşma, uygarlaşma, yurtta ve dünyada barışı gerçekleştirmek ve millet egemenliğinde adaletin yaygınlaşması vb. konularda verdiği eşsiz mücadelesini çok iyi bilmek gerekir. Cumhuriyeti, yeniden O’nun kurduğu kurucu değerlerden üzerinden inşa etmek isteyenlerin buna her zamandan daha çok ihtiyacı olacaktır.
1. Türk’ün Atası Atatürk’ü Anlamak, Kurduğu Cumhuriyetin Kurucu Değerlerine Sahip Çıkmak İçin Gereklidir
“Atatürk’ün Dünyası’’nı görmeden, anlamadan, bilmeden Türk Devrimi’ni tam ve doğru kavramak mümkün müdür?
Önce O’nu, tarihsel ve evrensel veriler ışığında tanımak gerekiyor. Tarihe ad bırakmış kişiliklerden pek azı Atatürk’ün başarılarından herhangi birinin benzerini elde edebilmiştir.
* Ulusunun bağımsızlığının yol gösterici önderi, kurtarıcısı,
* Yenilmez asker,
* Sömürgeciliğe karşı savaşın öncüsü,
* Yurdunda ve dünyada baskıcılığın en amansız düşmanı,
* Bir Cumhuriyetin yaratıcısı,
* Siyasal, yasal ve toplumsal-ekonomik devrimlerin mimarı,
* Söz sanatının büyüleyici ustası,
* Kültür devrimcisi,
* Laikliğin ufuk açıcı öncüsü,
* İnsan sevgisini yücelten uluslararası barışçı,
* 20. yüzyıl aydınlanmasının bir bilge kahramanı…[3]
Bu başarıların birkaçını birden elde edenler ise Doğu’da ve Batı’da da, çağımızda olsun, geçmiş dönemlerde olsun, çok daha azdır. Tümünü, bunca kısa zamanda ve öylesine derin izler bırakacak biçimde gerçekleştiren başka bir tarihsel kişilik göstermeye ise olanak yoktur.
- Winston Churchill O’nu “büyük bir kahraman” olarak niteledi.
- John F. Kennedy için Atatürk, “20. yüzyılın büyük önderlerinden biri” idi.
- Ronald Reagan O’nun için “yüce kişilik” diyordu.
- İsrail’in kurucularından Başbakan David Ben Gurion, “O’ndan daha büyük devlet adamı bilmiyorum” demişti.
- Dwight D. Eisenhower, O’nu “Tüm dünyada bağımsızlığı için savaşanların esin kaynağı” olarak övüyordu.
- Fransa Devlet Başkanı Charles De Gaulle, “Atatürk’ten öğreneceğimiz çok şey var… Dünya önderleri arasında en büyük başarıları elde eden kişilik O’ydu. Çünkü ulusunu çağdaşlaştırdı” diyordu.
- 1934’te Yunanistan Başbakanı Eleutherios Venizelos Atatürk’ü ‘Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi ve gerekçe olarak da şunları söyledi: “Bir ulusun yaşamında bunca kısa zaman içinde bunca köklü değişikliklerin başarıldığı yer enderdir… Bu olağanüstü çalışmaları Atatürk’e, sözcüğün tam anlamıyla Büyük adam sanını kazandırmıştır.”[4]
“Türklerin kahramanı” 1923’te, köhnemiş bir imparatorluğun yıkıntılarından bir Cumhuriyet yarattı ve ölüm tarihi olan 10 Kasım1938’e kadar geçen 15 yıl gibi kısa süre içinde çağdaşlaşma yolunda çok kapsamlı devrimler gerçekleştirdi:
* Arap alfabesi yerine Latin kökenli bir alfabe getirerek çocukların da, yetişkinlerin de çok daha kolay okur-yazar olmalarını sağladı,
* Yönetim ve eğitim düzeni mezhepsel din /dinci anlayıştan bağımsızlaştırıldı,
* Hukuk düzeni laik temeller üzerinde Avrupa hukukuna göre düzeltildi,
* Geleneksel başlıklar yerine şapka giyildi, kadınların peçe takmaması özendirildi,
* Demokratik parlamenter düzen yolunda büyük adımlar atıldı (Atatürk’ün demokrasi ülküsünün özünde kadın-erkek eşitliği vardı),
* Özellikle kentlerin yaşamında çok kapsamlı ilerlemeler gerçekleşti,
* Kültür yaşamı, teknolojide olduğu gibi opera, bale ve yontu da içinde olmak üzere güzel sanat alanlarının birçoğunda Batı Uygarlığı’nı kucakladı,
* Okullar ve üniversiteler çağdaşlaştırıldı,
* Ekonomide, sanayi ve tarım alanlarında reformlar başlatıldı.
* Misakı Milli sınırlar içinde yaşayan kadın erkek her kişi ümmet anlayışından ulus devletin özgür yurttaşlığına; padişahın kulu olma uygulamasından demokratik, laik, üniter hukuk devletinin eşit vatandaşlığına, çağdaş uygarlık düzeyinde akıl, bilim kılavuzluğunda ulaşması sağlandı.
Atatürk, bu yadsınması olanaksız başarıları ve sanatsal anlatımlı özlü düşünceleri ile dostun ve düşmanın övgüsünü kazandığı gibi, geleceğe de damgasını vuruyordu:
“İnsanlığın tümünün gönenci açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya yurttaşları çekememezlik, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak biçimde eğitilmelidir.”
“Savaşın ne korkunç bir yıkım olduğunu anlamayan kimi önderler saldırgan amaçlar güdüyorlar… Onlar kendi uluslarını yanıltıp baştan çıkartıyorlar… Dünyanın yazgısı, vicdan ve karakter sahibi önderlerin ellerinde olmalı.” [5]
Burada şu soruyu kendimize O’nu örnek alırken sormalıyız:
“Bu çapta bir uzak görüşlü kahramanı yaratan güç ve olgular neler olabilir?’’
Atatürk evrensel uyum ve barış ülküsüne kendini adamıştı.
Bayrağı, “Yurtta barış dünyada barış” ilkesiydi.
Birçok savaş ve çarpışma geçirmiş biri olarak, “Ulusun yaşamı tehlikeye uğramadıkça savaş bir cinayettir” diyordu.
Vatanını, milletini canından çok seven Atatürk aynı zamanda uluslararası barış kurucusuydu.
Laik demokrasi davasına O’ndan daha başarılı hizmette bulunan devlet adamı pek azdır.
Atatürk’ün demokrasi ülküsünün özünde kadın-erkek eşitliği vardı.
O, “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir”[6] ve
“Kadın insandır ve aklı başındadır”;
“Onların düşünme yetilerini, beyinlerini önemli bilimlerle, fenle süsleyelim. Erdemi, bilimi, sağlıklı biçimde açıklayalım. Şeref ve haysiyet sahibi olmalarına birinci derecede önem verelim”[7] dedikten sonra da;
“Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın”[8] demiştir.[9]
Mustafa Kemal Atatürk, insanı ilgilendiren her konuda ve yaşadığı çağa kadar tarih, din, bilim ve birçok bilgi/bilim dalında 20. yüzyıl entelektüel düzeyine ulaştıracak şekilde kendisini yetiştiren çok müstesna bir donanıma sahipti. Yaşadığı yüzyıldan geleceğe yönelik vatanı, ulusu ve insanlık için ulusal ve evrensel değerleri /ilkeleri yükseltecek, geliştirecek, kurumlar oluşturacak projeler hazırlamıştı. Tıpkı devlet planlama teşkilatı gibi, fakat tek başına bir ordu konumunda… Mantıklı sistematik düşünme konusunda tümevarım, tümden gelimde akıl yürütme bağlamında çağını çok aşan seviyede otodidakt bir beyin eğitim uzmanıydı. Her işe akıl, bilim ve 20. yüzyıl entelektüel seviyesinden bakıp, geleceğe yönelik güncel ve klasik eserler yapmayı yaşamsal refleks haline getirmişti. Bugün ve gelecekte onun ortaya koyduğu ilke ve kurumlar güncellik ve klasikliğini korumayı sürdüreceği bir gerçektir. 21. yüzyılda da Atatürk yol göstericiliğini sadece ülkemizde değil, dünyada birçok yörede rol modelliğini sürdürüyor. Bu nedenle dünya egemenliği iddiasındaki küresel sermayenin önünde 20. yüzyılda olduğu gibi, 21. yüzyılda da aşılması ve ortadan tarihin arşivine kaldırılması gereken en büyük engel olarak görülmektedir. Bu nedenle sağlığında da ölümünden sonra da “Atatürk düşmanlığı” küresel bir proje haline gelmiştir.
Atatürk ne yapmıştı ki birilerinin “dünya egemenliği” önünde aşılmaz engel oluşturuyordu?
2. Atatürk’e Düşmanlık Küresel Bir Projedir
- “Yurtta ve dünyada barışı sağlamak” için;
- “Ulus devlet” gerçekliği içinde kalkınmış, refahın tüm toplum katmanlarına yaygınlaştığı mutlu bir toplumun yurttaşı olmak için;
Atatürk’ü doğru anlamak bağlamında, O’nun hakkında yürütülen düşmanlığın nedenlerini de bilmek gerekiyor.
O’nun hakkındaki düşmanlığın temellerini oluşturan konulardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz. Esasen bu konu aşağıda gelecek dört maddenin her biri müstakil birer kitap çapındadır. Ancak burada çok kısa bir özet verelim:
(a) O, İnsanlık tarihi boyunca sürdürülen “Allah’la Aldatma” uygulamasına ilk ciddi karşı duruşu gerçekleştirdi.
Allah Elçisi Musa (saygı-sevgi O’na) döneminden hemen sonra ilk “Allah’la Aldatma” “kitap çapında” oluşturulmuş ve 450 yıllık bir çalışma ile son şekline getirilmiştir.
İkinci Allah’la aldatma operasyonu Allah Elçisi İsa’nın (saygı-sevgi O’na) hemen ölümünden sonra yine “kitap çapında” hazırlanmış olup, bu çalışmaya da MS 325’de İznik’te son noktası konulmuştur.
Tarihsel gelişim içinde üçüncü Allah’la aldatma operasyonu İslam coğrafyasında 2. Halife Osman döneminde başlatılmış olup, Emevi Muaviye döneminde zirve noktasına çıkarılmış, iki yüzyıllık bir zaman diliminden sonra ortada biri “indirilen Kur’an’daki İslam”, diğeri mezheplere, tarikatlara, inanç sistemlerine ayrıştırılarak oluşturulan “uydurulan din” şeklinde sistemleştirilmiştir.
Türkler Müslüman olacakları zamana kadar her şey tamamlanmıştı. Türk milletinin başlangıçta neye göre Müslüman olduğunu, Atatürk ciddi ve bilimsel olarak ve tarihsel gerçekliği içinde incelemişti. Sonuç: “Türkler Kur’an’a göre Müslüman olmamıştı…’’ Bu nedenle Atatürk söylem ve eylemleriyle 1919’dan başlayarak 1938’e kadar bu konuda “Allah’la Aldatmaya” hep akıl ve bilim süzgecinde /çerçevesinde “Kur’an’la sağlamalar yaparak” karşı durmuştur.
O’nun İslam dini hakkında yaptıklarını bir tek cümle ile şöyle özetlemek mümkündür:
“Kur’an’ı din, dini Kur’an yapmak…’’
(b) Atatürk yaşamı boyunca sömürüye, her türlü (askeri, ekonomik, siyasal, hukuksal, dinsel, kültürel vb) emperyalizme karşı çıkmıştır.[10]
Mustafa Kemal Atatürk’ün milliyetçiliği, ulusal sınırlar içinde, tüm yurttaşların insanca yaşamaları için verilen milli mücadelenin adıdır. Türk milletini iç ve dış sömürücülerin ahtapot kollarından kurtarmak isteyenlerin ülküsüdür. O’nun milliyetçiliği halkçıdır. Halkçı olmayan bir milliyetçilik, ancak siyasal bir aldatıcılık olabilir. Atatürk’ün milliyetçiliği,
- Sömürücü toprak ağaları ile
- Yabancı şirketlerin,
- Gözü oydan başka bir şey görmeyen siyasetçilerle kompradorların,
- Aklı ve bilimi dışlayan dincilerin düzeni değildir.
Çünkü sömürücülerin milliyeti olmaz, onlar için önemli olan sadece ve sadece sınıfsal ve kişisel çıkarlardır.
- İç ve dış sermaye çevrelerinin egemenliğini savunanlar,
- “Uydurulan Din”in bayraktarlığıyla din kisvesi altında imam sarığını dolayıp siyaset meydanlarına çıkanlar,
- Yabancı petrol şirketlerinin savunuculuğunu yapanlar milliyetçi olamaz.
- Atalarımızın dört kıtada at koşturduklarından dem vurup, Münih sokaklarında çöp toplayan Anadolu çocuklarından utanmayanlar milliyetçi olamaz.
Atatürk için iki Batı vardır:
* Biri resmî Avrupa ve Amerika;
* Diğeri bilim, kültür ve uygarlık Avrupa’sı, Amerika’sı…
“Ben Batıyım” der anlayana “bir yüzüm ak bir yüzüm kara, hem uygar hem barbarım”.[11]
“Biz, Mîsak-ı Millî sınırları içindeki topraklarda tam olarak siyasal ve ekonomik bağımsızlığa sahip olmak istiyorduk. Bu hedefe ulaştığımız takdirde bunun diğer mazlum milletler tarafından da bağımsızlığın elde edilmesi için gayet kuvvetli bir örnek olmasından korktukları içindir ki, düşmanlarımız bir türlü buna razı olmuyordu. Türkiye büyük devletlerin ve onların uydularının açık veya gizli, azgın saldırılarına hedef olmaya devam ediyorsa, bunun nedeni; her şeyden önce mazlum sömürge halklarına örnek olarak kurtuluşa giden yolu göstermesiydi.”[12]
(c) Atatürk’e küresel düşmanlığın bir nedeni de, O’nun hem ulusal, üniter Türkiye Cumhuriyeti’nin hem de “ulus devletlerin” kuruluşunda rol model “kurucu baba” olmasındandı.
Küresel sermayenin 21. yüzyılda dünya egemenliği iddia ve idealinin önündeki en büyük engellerden biri “ulus devletler” idi. Bunu aşmak üzere Roma Kulübü, 1968’de iki ayrı çalışma hazırlatmıştı.[13] Bu çalışmalar, Yalta Konferansı’nda dünya liderliğine geçirilen ABD ile (BOP) kapsamında başta “Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti” ile tüm “ulus devletler” hedef tahtasına konuldu. Bu bir “Haçlı Seferi’’ idi ve 22 devletin ülke haritalarını değiştirme amacı taşıyordu. Bu çerçevede; Afganistan, Irak, Libya, Suriye, İran ve Türkiye öncelikli hedef olarak belirlenmişti. Nitekim söz konusu ülkeler iç ve dış konumları yönünden, BOP uygulamasıyla Ortadoğu’da sorunlar yumağına muhatap kılınıyordu.
(d) Irkçı, bilimsel olmayan ve kurgu Batı-Merkezci Tarih, Bilim /Uygarlık Tezi’ne; gerçekçi, tarihsel ve bilimsel verilere dayalı “Türk Tarih /Bilim /Uygarlık Tezi”[14] ile karşı çıkması da Atatürk’ü küresel düşmanlığın hedefi haline getirmiştir.
Sömürgeci ABD ve Batı Avrupa devletlerinin temelde iki ortak yanları çıkıyor karşımıza:
• Sömürgeciliğe dayalı ve onun doğurduğu bir ekonomik sistem; yani “kapitalizm”;
• Ve de bu talancı sistemi sürdürebilmek için gerekli olan Batı-merkezcilik ve onu ete kemiğe büründüren Orientalizm’in kurgu tarihi.[15]
- Bir yanda, sömürgelerden büyük payı kapma yarışı ve gerektiğinde savaşı;
- Öbür yanda, sömürüyü ve dolayısıyla kapitalizmi sürdürebilmek için dayanışma zorunluluğu, Batılı ülkelerin çıkmaz sokağını oluşturuyor.
Bu çıkmaza ise günümüzde “Avrupa Birliği” adı altında çözüm aranmaktadır. Başka bir deyişle “Batı Avrupa” çıkmazı, bu kez Batı [ABD+Avrupa] çıkmazına dönüşmüştür.
Edward Said’den aşağıdaki alıntı anlatmak istediğimiz şeye açıklık getirecektir:
“Neredeyse tüm on dokuzuncu yüzyıl boyunca, İngilizlerle Fransızların ortak Şark (Doğu) yaklaşımları karmaşık bir sorunsal oluşturmuştu; Lord Salisbury (İngiltere Başbakanı) 1881’de durumu şoyle dile getiriyordu:
“Sizin göz diktiğiniz bir ülkeye el atmaya niyetlenen sadık bir müttefikiniz varsa, üç yol tutabilirsiniz:
(-) Vazgeçmek, (-) El koymak ya da (-) Paylaşmak.
Vazgeçmek, Fransızları Hindistan yolumuzun ortasına yerleştirmek olurdu.
El koymak, savaş tehlikesini artırırdı.
Biz de paylaşmaya karar verdik.[16]
Bilinen bir gerçektir ki, Avrupa-merkezcilik ve ona dayalı eğitim-öğretim, yalnızca sömürülen ve sömürülecek halklar için hazırlanmış bir kurgu değildir. Batı Avrupa ülkelerinin hepsinde eğitim ve öğretim sistemi, ilkokulundan üniversitesine kadar, Avrupa-merkezcilik üzerine kurulmuştur. Ülke yönetimleri okullarda halklarına, gözlerinin içine baka baka, gerçekdışı bilgiler oğretmekte ve zihinlerini, Einstein’ın deyişiyle, “korkunç önyargılarla beslemektedirler”.[17]
Atatürk’e düşmanlığı kimlerin hangi amaçla küresel çapta yürüttüğü bilinmeden, O’nu tarihsel gerçekliğiyle doğru anlamak mümkün müdür? Atatürk, kendisini gerçekten anlayanların “memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluk” olması gerektiğini, olacağını şöyle ifade etmektedir:
“İki Mustafa Kemal vardır:
Biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal...
İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” sözcüğüyle ifade edemem; o ben değil, “biz”dir. O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal O’dur.” [18]
Günümüzde ciddiye alınması gereken vasiyet gibi bir söylem...
Herkesin bildiği ve kabul ettiği gibi son yüzyılda gelmiş en büyük dehâdır ve Türk milletinin en son düşünsel ve devlet, uygarlık kurucu lideridir. O’nu tarihsel gerçekliği ve yaptıklarıyla anlamadan anmak, bir anlam ifade eder mi?.